La sorpresa di un terreno comune – I cristiani e i musulmani di fronte al potere civile

4 Mart 2010 tarihinde Roma’daki Cumhuriyet Senato’sunda gerçekleşen “Müşterek zemin arayışı açısından müslümanlar, hristiyanlar ve sivil iktidar” başlıklı karşılaşmada Hocamızın Türkiye Cumhuriyeti Vatikan Büyükelçisi iken Fransızca olarak yapmış olduğu konuşmanın video kaydıdır.

Konuşma Metninin Türkçesi:

Muhterem Kardinal, Ekselansları, Değerli Konuklar, Değerli Dostlar,  

Bugün, karşılıklı kimliklerimizin, karşılıklı inançlarımızın ve aynı zamanda Medeniyet varlıkları olduğumuz hakikatinin farkına varmamız gereken bir dönüm noktasındayız. Evet Medeniyet dedim, ancak medeniyetler varlıklarıyız demeliydim. Tabii ki, büyük M harfi ile yazılmış olan, felsefi bir Medeniyet kavramına doğru yol alacağız, ancak oraya varmadan önce her birimiz kendimizi, farklılıklarımızın içinden, kendi oluşlarımızın içinden kavramalıyız.  

Kendimizi tam da bu gerçeklik alanıyla, bu bireysel varoluş alanlarımızla sınırlamak, medeniyetler için olduğu kadar İnsan için de tehlike oluşturmaktadır çünkü şimdi bu alanlar kesafet kazanmış özdeş kimlikler haline gelirler. İnsandan, medeniyetlerden ve kültürden bahsettiğimiz o yerde, kimlik kavramı söz konusu olduğunda, eğer biz kendi içinde kesafet kazanmış özdeşlik anlamında kimliklerden bahsediyorsak, bu gelecekte insanlık için en büyük tehlike haline gelecektir. Aksine her birimiz kendimizi kendi medeniyetlerimiz, kendi var oluşlarımız, kendi kimliklerimiz içerisinden kavramalı ve buradan hareketle kendimizi inşa etmeliyiz. Bu sebeple, bir felsefeci olarak, çünkü ben aynı zamanda bir felsefe profesörüyüm, hem bireyler hem de medeniyetler için şahsiyet kavramını kullanmayı daha uygun buluyorum. 

Bir medeniyetin şahsiyetliliğinden bahsedebilir miyiz? Neden olmasın? Beni bu yorumu yapmaya iki şey zorluyor: Birincisi; bir medeniyet veya bir insan bir sabit varlık değil, bir inşa varlığıdır. Bu inşa için sorumlulukları vardır, geleceği ve geçmişi, bir şimdi bilinci vardır ve inşa halinde olan o varlıktır. İkincisi; her insan aynı zamanda diğer insanlarla birlikte olan o insandır. Demek ki yekdiğeri yoksa, “İnsan”dan da, “Medeniyet”ten de bahsedemiyoruz. Bu yüzden “İnsan olmaklığı” tek tek bireyler olarak, ya da bir topluluk adına hissetmek istiyorsak bir arada varoluş kesinlikle gereklidir. Peki kamusal alanda dinden, dini kimlikten bahsettiğimiz o yerde, bugün bu dinin anlamı nedir? Düşünce adına, felsefe adına bu konuda irdelememiz gereken konular nelerdir? Geçen yüzyılın başlarında, yani yirminci yüzyılın başında, Aydınlanmış ruhlar için böyle bir problem yoktu çünkü laik olmanız gerekiyordu ve her şey çok daha kolaydı. Ancak görüldü ki laiklik, bazen başka bir din haline geldi; üstelik kişiye ya da topluma, onları kendi bencillikleri içine hapseden sınırlı kimliklerini aşmalarına imkan tanıyacak olan “Aşkın”ı olmayan bir din haline geldi. Bu bencillik bir insan için de söz konusu olabilir, bir toplum için de, bir ulus için de. Demek ki, bu laikçi tavrın derinliklerinde başka bir şey aramak durumundayız: bulacağımız şey ahlaktır, etiktir, değerlerdir.  

Öyleyse karşılıklı geleneklerimizi, karşılıklı kültürlerimizi, bu birlikte var oluş halindeki karşılıklı medeniyetlerimizi daha iyi anlamalıyız. Bu nedenle mesajı, derindeki etik yönü kavramalıyız. Niçin Yahudiliği, Hristiyanlığı ve İslamiyet’i de ve hatta başka pek çok başka din ve toplumu da içine alan geniş bir manada, kendimizi karşılıklı geleneklerimizin farkında olmaya zorlamıyoruz? Neden geleneklerimizde tarihteki dış şartlara bağlı değişimlere karşı manevi olarak koruyan, aynı zamanda evrensel olan etik değerlerimizi aramıyoruz? Yani belirli bir zamanda belirli bir toplumda olduğumuz gerçeğini reddetmeksizin, bizler aynı zamanda insan olmak bakımından evrensel olan, evrensel olması gereken bu etik değerlerden sorumlu, kendi şahsiyetliliklerimiz olan o insanlarız. Öyleyse bu farklı geleneklerin içindeki kültürel arka planın, ve etik değerlerimizin farkına varalım, çünkü bunlar evrenseldir ve bize İnsan olarak tarihteki farklı değişimlere karşı kendimizi korumu imkanı tanımıştır. Yani felsefenin bilinen problemleri olan: Bir ve Çok, Gerçek ve Görüntü, Sabit ve Değişken.

Öyleyse görünenin, değişmekte olanın, geleneğin, toplumların, farklı dinlerimizin temelinde neyin aslen önemli olduğunu kavramaya çalışalım. Bunu yapmak için bir dil oluşturmalıyız. Tabi ki felsefi bir dil diyorum ama öyle göklerdeki bir felsefeden bahsetmiyorum. Tam olarak bu farklılıkları ama aynı zamanda çok önemli olduğunu düşündüğüm arkasındaki bu birliği fark eden felsefi bir dilden bahsediyorum. Felsefi bir dile ihtiyacımız var. Bizler Türkiye’den ve Mısır’dan, diğer Arap ülkelerinden, Orta Asya Türk ülkelerinden, Endonezya’dan, İran’dan gelen Müslümanlar olarak kendi adlarımıza kim olduğumuzu, sorumluluklarımız itibariyle kim olmak durumunda olduğumuzu, ama aynı zamanda yekdiğerini kendi var oluşunda hissetmemizi sağlayacak bu felsefi dili aramak zorundayız. Bugün Müslüman filozoflar olarak bizler için, felsefe ve dini belli bir bütünlük ve ahenk içerisinden ifade eden geçmiş geleneklerimizi hatırlamanın zamanının gelmesinin nedeni budur. Bu felsefe, dinin merkezi konumunun kabulünde olarak, evrensel değer yargılarına dayanmalıdır. Bizler için bu öncelikle, akıl ve iman arasında bir tamamlayıcılığın tesis edilmesi, ve aynı zamanda kendi kültürümüz hakkında ve ondan hareketle felsefi bir bilinç edinme çabasının hayata geçirilmesidir. Bu nedenle, yekdiğerleriyle bu birlikteliğin oluşması için felsefi bir dili aramak, hissetmek, inşa etmek durumundayız. 

Bugün burada ismi bir kaç defa zikredildi: Paul Ricoeur “başkası olarak kendisi” demişti. Bu yüzden, bizi etiğe, evrensel değerlere yönlendiren felsefi bir dili kavramak zorundayız. Yekdiğerini kendimizde kavramak zorundayız ve kendimizi yekdiğerimiz üzerinden kavramak zorundayız. Biz Türkler bu anlamda farklı düşünce ve etik geleneklerden geliyoruz: bu geleneklerden biri de Tasavvufi irfandır. Tasavvuf, bütün İnsanlar birbirlerinin aynalarıdır der. Neden biz kendimizi karşılıklı aynalıklarımız için aynalar olarak düşünmüyoruz? Böylece kendimizi, bu birlikte var oluştuğum yekdiğerine göre kim olduğumuzu fark etmiyoruz? Öyleyse, bu ortak dilin içinden, bugün burada aramakta olduğumuz bu müşterek zeminde kim ve ne olduğumuzu kavrayabiliriz. Bu müşterek zemin insanlığı tek tipleştiren bir zemin değil, ancak herkesin, yekdiğeri karşısında kendisi olacağı bir iletişim zeminidir. Aynı anda aynı ve başka ve bihakkın olmak için… Teşekkürler.

Kenan Gürsoy Hikmetin İzinde 41 Yıl Paneli

Prof. Dr. Kenan Gürsoy Hocamızın Akademideki 41. yılını tamamlaması münasebetiyle Türk Kadınları Kültür Derneği Genel Merkezi ve Altay Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı tarafından düzenlenen, Prof. Dr. Kenan Gürsoy’un felsefesinin ana hatlarının, düşünce hayatımızdaki yerinin, millî ve mânevî tefekkür alanına sağladığı katkıların ele alındığı panel  25 Şubat 2018 Pazar günü saat 14.00-17.00 arasında Ankara’da Millî Kütüphane Konferans salonunda gerçekleştirildi.

Sayın Prof. Dr. Kenan Gürsoy Hocamızın değerli meslektaşlarının, yetiştirdiği öğrencilerinin ve felsefe dostlarının katıldığı panel büyük bir ilgi gördü.

Panel, Altay Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Rahmi Keleş ve Türk
Kadınları Kültür Derneği Genel Başkanı Emine Bağlı’nın düzenleme heyeti adına yaptıkları açılış konuşmalarıyla başladı.

Kenan Gürsoy felsefesinin, milli kültürümüz ve irfanımız adına olduğu kadar, dünyanın
ihtiyaç duyduğu fikir ufukları için de katkı sağlayabilecek olan görüşlerinin, teklif ettiği yeni kavramların, dünya problemleri için, bugünün insanının bunalımları için çözüm önerilerinin irdelendiği panelde sunulan tebliğler birbirini tamamlayan bir şekilde ele alındı.
Doç. Dr. Fulya Bayraktar’ın oturum başkanlığında gerçekleştirilen panelde, Prof. Dr. Levent Bayraktar “Kenan Gürsoy’u Düşünmek, Kenan Gürsoy’la Düşünmek”, Doç. Dr. Fulya Bayraktar “Kenan Gürsoy’un Felsefesinin Evrenselliği”, Yrd. Doç. Duygu Dinçer “Kenan Gürsoy’un İnsan Anlayışı” ve Dr. Zeynep Tek “Kenan Gürsoy’un Felsefe ve Edebiyat Tasavvuru” başlıklı tebliğlerini sundular ve Kenan Gürsoy’un bir felsefe geleneği oluşturduğunu ve bir evrensel proje teklif ettiğini yeniden fark ederek, onun kavramlarına ve fikirlerine dikkat çekilmiş olmasının anlamı ve değeri üzerinde durdular.

Panelin ardından, Prof. Dr. Kenan Gürsoy’un dostları, meslektaşları, farklı alanlardan
akademisyenler ve öğrencileri, kendisiyle olan hâtırlarını ve hissiyatlarını paylaştılar. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam felsefesi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Müfit Selim Saruhan, Ankara Tabipler Odası Başkanı Prof. Dr. Vedat Bulut, Psikolog Mahpeyker Koçgündüz, Sosyolog ve Felsefeci Zeynep Tekinalp gibi isimlerin de aralarında bulunduğu katılımcılar panelde; gelenekli bir Türk Düşüncesi oluşturulması adına Kenan Gürsoy’un katkıları ve bu panelin anlamı üzerinde durdular. Prof. Dr. Kenan Gürsoy’un Türkiye’de irfan hayatımızı temel alan, evrensel yönelimli, Çağdaş bir felsefe ortamı oluşturmakta olduğundan bahsettiler. Kültür ve Etik Platformu Başkanı Müzeyyen Pehlivan, “Prof. Dr. Kenan Gürsoy Felsefe Atölyesi” adına yaptığı değerlendirmede Hocamızın Türk Düşünce Hayatına yaptığı katkıların Akademi ile sınırlı kalmadığına dikkat çekti. Konuşmacılar genel olarak, bu panelin sadece bir vefa programı olmadığının, Kenan Gürsoy felsefesinin anlaşılması için bir davet olduğu kadar, düşünce gelenekleri oluşturabilmek ve dünya problemleri karşısında tekliflerimizi sunabilmek için de bir vesile olduğunun altını çizdiler.

Panel, Prof. Dr. Kenan Gürsoy’un kapanış konuşmasıyla sona erdi.

Panelin ardından Prof. Dr. Kenan Gürsoy, kitaplarını imzaladılar.

 

 

 

 

 

 

Presentazione del Libro “Crescere Aspirando All’Unita” del Prof. Kenan Gürsoy

Il 22 Novembre all’Istituto Yunus Emre Centro Culturale Turco è stato presentato il libro “Crescere Aspirando all’Unità” del Prof. Kenan Gürsoy, ex Ambasciatore della Repubblica di Turchia presso la Santa Sede, pubblicato dalla Casa Editrice Armando Editore. Il saggio, uscito nel 2016 e tradotto da Elettra Ercolino, è composto dai dialoghi intrattenuti con il Prof. Gürsoy sulla filosofia e sul sufismo. In questi dialoghi, che seguono l’antica tradizione filosofica delle domande e risposte tra il maestro e i suoi allievi, viene trattato, con una lunga conversazione, il legame di taglio esistenzialista tra la filosofia e il sufismo partendo dai principali temi filosofici. Alla presentazione insieme al Prof. Kenan Gürsoy, ex Ambasciatore, erano presenti come relatori gli editori del libro, la Prof.ssa Fulya Bayraktar dell’Università Gazi di Ankara, il Prof. Levent Bayraktar dell’Università Yıldırım Beyazıt di Ankara, il Prof. Fabio Grassi e il Prof. Lucio Saviani dell’Università La Sapienza di Roma e la traduttrice del libro Elettra Ercolino. All’evento hanno partecipato gli Ambasciatori della Repubblica Turca presso l’Italia S.E Murat Salim Esenli, e l’Ambasciatore turco presso La Santa Sede S.E. Mehmet Paçacı, il Rappresentante di Cipro Nord a Roma S.E. Oktay Öztürk, insieme a diversi rappresentanti di enti e aziende e numerosi ospiti italiani e turchi. —————————————————————————————————————- ESKİ VATİKAN BÜYÜKELÇİSİ PROF. DR. KENAN GÜRSOY’UN “BİRLEYEREK OLUŞMAK” KİTABININ TANITIMI Eski Vatikan Büyükelçisi Prof. Dr. Kenan Gürsoy’un İtalyan Yayınevi Armando Editore tarafından Crescere Aspirando all’Unità ismiyle yayınlanan “Birleyerek Oluşmak” kitabının tanıtımı 22 Kasımda Roma Yunus Emre Enstitüsü tarafından yapıldı. 2016 Yılında Elettra Ercolino’nun çevirisiyle çıkan kitap Prof. Dr. Kenan Gürsoy ile Felesefe ve Tasavvuf üzerine yapılan sohbetlerden oluşuyor. Eski felsefe geleneğini takip ederek öğrenciler ile hocaları arasında soru-cevap şeklinde gelişen diyaloglarda felsefenin ana temalarından yola çıkılarak felsefe ve tasavvuf düşüncesi arasındaki bağ varoluşçuluk ekseninde uzun bir sohbet ile ele alınıyor. Etkinliğe kitabın yazarı Eski Vatikan Büyükelçisi Prof. Dr. Kenan Gürsoy’la birlikte Türk akademisyenler ve kitabı yayına hazırlayan Ankara Gazi Üniversitesinden Doç. Dr.Fulya Bayraktar, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesinden Prof. Dr.Levent Bayraktar ile Roma La Sapienza Üniversitesinden Doç. Dr. Fabio Grassi, Felsefe Bölümünden Prof. Lucio Saviani ve kitabın çevirmeni Elettra Ercolino konuşmacı olarak yer aldı. Tanıtım etkinliğine Roma Büyükelçisi Sayın Murat Salim Esenli, Vatikan Büyükelçisi Sayın Mehmet Paçacı, Kıbrıs Temsilcisi Sayın Oktay Öztürk ile yerli ve yabancı çeşitli kurum ve kuruluş temsilcileri ile çok sayıda Türk ve İtalyan davetli katıldı.