Prof Dr. Kenan Gürsoy’un Skylife Dergisi ile Mayıs 2014 yılında yaptığı “Vatikan’da Bir Filozof Büyükelçi” başlıklı röportajın metnidir. Röportajın kaynağı için tıklayınız.
İSLAM DİNİNİN ETİK ANLAMININ PEŞİNDE BİR FİLOZOF VE BÜYÜKELÇİ OLAN KENAN GÜRSOY’A GÖRE, “DÜNYA BİZDEN BİR ŞEYLER BEKLİYOR VE ONLARI VEREBİLMEK İÇİN DÜNYA İLE İLETİŞİMDE OLMAMIZ, ONLARIN DA BİZE VEREBİLECEKLERİNE AÇIK OLMAMIZ GEREKİYOR.”
Sezgin Çevik
S:Anadolu deyince ne anlamalıyız? Ya da bu toprakların Vatikan için önemi nedir?
C:Vatikan açısından bakıldığında, Hristiyanlığın kurumsallaştığı topraklardır Anadolu. Başka bir ifadeyle Hristiyanlık, Anadolu’da bir din haline geldi. İsa peygamber Kudüs’te yaşadı, havarileri Anadolu’ya dağıldılar. Mesela St. Pierre, Roma’dan önce Antakya’da idi. İlk Hristiyan filozoflar özellikle de Kapadokya bölgesinde yaşamışlardır. Anadolu’yu değerlendirirken bütün bunları bir arada düşünmek, bu toprakları tek tanrılı dinler tarihi içindeki önemi bakımından da ele almak gerekir. Eğer böyle yaparsak üzerinde yaşadığımız ve vatan kıldığımız bu bölgenin, sonunda İslamî irfanla bütünleşen zengin bir kültürel geçmişi de kucakladığını anlarız.
S:İslamın Anadolu’da bu çapta kabul görmesinin sebebi nedir sizce?
C:Türk ve Müslüman medeniyeti… Özgün olmasının dışında bulduğu ve tevarüs ettiği her şeyi kendine mal ediyor, onu hazmediyor, kendince işliyor; buradan hareketle yeni şeyler koyuyor ortaya… İstanbul da böyledir; Osmanlı burada önceki devirlerden kalanları reddetmeyip kendi üslubuyla işlemiş ve bu yaklaşım, Osmanlı’nın bu şehirde son derece özgün eserler vermesini asla engellememiştir. Bütün bir insanlığı topyekûn kucaklamış olmanın temelinde, farklılıkları incitmeden “bir”leyen bir tevhid fikri hâkim. Mevlana’ya, Yunus Emre’ye, Şeyh Edebali’ye, Akşemseddin’e bakınca hep aynı anlayışı ve telkini görebilirsiniz.
S:Büyükelçiliğe giden hikâyenizi bizimle paylaşır mısınız?
C:Torunu olduğum, son dönem mutasavvıf ve eğitimcilerinden Kenan Rifaî Büyükaksoy’un evinde, onun oluşturduğu manevî ve fikrî ortamda büyüdüm. O İslamın aslen bir birlik akidesi olduğunun altını çizerek, başkalarıyla iletişim kurup onlarla müşterek bir söylem oluşturmanın gerekliliğini bütün öğrencilerine aşılamıştı. Son yıllarda “Ne yapıyorsun?” diye sorsalar; genelde bütün dinlerin ve özelde de İslam dininin etik anlamının ve estetik derinliğinin felsefî bir yaklaşımla yeniden keşfedilmesi gerektiği konusunda kafa yoruyorum diye cevap verirdim. Anlaşılan, bu düşüncelere ilişkin etkinliklerim Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nu -o günlerde, Galatasaray Üniversitesi’nde bir felsefe profesörü olarak görev yapan- Kenan Gürsoy’a “Vatikan’da Büyükelçimiz olur musunuz?” teklifinde bulunmaya sevk etmiş olmalı.
S:Hocam, Kenan Gürsoy’lar çoğalsın. Ama nasıl olacak bu?
C:Vermek ahlaki anlamda iyi ve güzeldir; entelektüel ve ruhi anlamda vermek, tanıtmak, eğitmek ve yüce gönüllü olmaktır. Ama başkalarının da kendi başarıları dolayısıyla bize ayna tutabilecekleri pek çok konu vardır. Hem geliştirebileceğimiz taze düşüncelerimiz adına hem de birlik ilkesi üzerine oturmuş imanımız adına, öteki inanç kültürleriyle temas önemlidir. Kültür üretiminin ve insanlık muhabbetinin devam edebilmesi amacıyla, bütün bir evrenle iletişim içinde olmanın bizi, bize daha çok kazandıracağını, kendi inşamızın böyle daha başarılı olacağını düşünüyorum. Bu düşüncelerimin geçerli olabileceğine dair kanaatim ve kanıtlarım, Vatikan’da farklı bir dindarlık ortamındaki büyükelçilik görevim esnasında arttı. Dünya bizden bir şeyler bekliyor ve onları verebilmek için dünya ile iletişimde olmamız, onlara yeterince açık olmamız gerekiyor.
VATİKAN’DA NELER YAPILIYOR?
Öncelikle, üniversitelerde ve dinî-entelektüel ortamlarda konferanslarımız söz konusu. Birçok sergi açtık ve bilhassa gelenekli sanatlarımızı, temellerindeki felsefe ile tanıtmaya çalışıyoruz. Çini, hat, tezhip, ebru sanatları bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Türk Klasik Müziği’nden de örnekler verilmesine vesile olduk. Vatikan ortamında bir Mevlevî Ayini icra edildi. Mesela yakın zamanda ebru sanatına dair bir sergi gerçekleşti. Bu sergiler arasında en ilginç olanlardan biri de Hilye-i Şerif sergisiydi. Hilye-i Şerif, galiba Avrupa’ya ilk defa geldi.