Prof. Dr. Kenan Gürsoy ile Felsefe Penceresinden Bakış / Mart 2009

Mart 2009 tarihinde Sevgi Dergisi 483. sayısında yayınlanan, Nihal Gürsoy’un Prof. Dr. Kenan Gürsoy ile gerçekleştirdiği mülakatın metnidir. Kaynağı için tıklayınız


Felsefeci, biraz yalnızlığa itilmiş bir insandır. Felsefeciyi dışarıdan bakarak değerlendiren insanlar onu, anlaşılmaz bir yalnız adam olarak ele almışlar. Bu yalnız adam da zaman zaman gelip, onları kavramları ve sorularıyla rahatsız etmiştir. Oysa, felsefeci geniş anlamda betimler, onu daha da ileriye doğru açmaya çalışır. Meselenin, kavganın temelindeki ana konuyu, temayı, problematiği görmeye çalışır.

Nihal Gürsoy

Nihal Gürsoy – Efendim, öncelikle sizinle bu söyleşiyi yapmaktan dolayı memnuniyetimi dile getirmek isterim. Yaklaşık üç yıldır C.K.M’de (Cadde- bostan Kültür Merkezi) “Felsefe Toplantıları” düzenliyorsunuz. Ben de son bir-iki ay içindeki toplantılarınıza katıldım ve bu toplantılardan kendi adıma çok istifade ediyorum. Öncelikle bu vesileyle size ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum değerli hizmetleriniz için.
Nasıl başladı efendim bu toplantılar?
Kenan Gürsoy – Memnuniyetiniz beni de mutlu etti. Doğrusu ben de halen toplantılarımıza katılan ve şimdi yürütücü rôl oynayan bir arkadaşımızın dileği doğrultusunda, şartların da oluş- masıyla başladığımı söyleyebilirim. Bu faaliyetin öncesinde böyle bir şey yapmayı planlamamıştım. Bir gün bu hanım arkadaş yanıma ge- lerek “Hocam, bizler de felsefe hakkında bilgilenmek, yaşamı ve olayları daha derin bir biçimde anlamlandırmak ihti- yacı içindeyiz. Bizler için de sohbetler düzenleyemez miyiz?” diye sorunca doğrusu önce şaşırdım. Daha sonraki günlerde konuyu değerlendirdim ve gördüğünüz gibi üç yıldır devam ediyor “Felsefe Toplantıları”. Öncelikle felse- fenin temel öğretilerini öğrenmeleri gerekiyordu. Büyük bir sevgiyle aldılar bu öğretileri ve bunun neticesinde yaşayarak öğrendiklerini kavramsallaştırdılar. Burada da yaşadıkları deneyimleri paylaştılar. Onlar benden bir şeyler öğrendikleri gibi ben de öğrencilerimden bir şeyler öğrendim. Böylece güzel bir ahenkle devam ediyor toplantılarımız.

Nihal Gürsoy – Toplumumuz dil ve kültür olarak felsefeye ne derece yakın duruyor?

Kenan Gürsoy – Bir defa dilimize hiç kabahat bulmayalım. Eğer, dilimiz yete- rince işlenmemişse felsefe adına, işle- meyen bizlerin kabahati bu. Hem kelime oluşturulması bakımından, hem cümle yapısı bakımından, hem içeriğinin çok zengin olması bakımından; felsefeye, düşünceye çok yatkın bir dilimiz var. Ama, sorduğunuz soruya “acaba biz bunu yeterince değerlendirdik mi?” şeklinde devam edecek olursak, yeterince değerlendirmedik. “Millet olarak, entelektüel kamuoyu olarak felsefeye yatkın mıyız?” Maalesef bunun cevabını olumlu bir biçimde ver- mek mümkün değil.
Felsefeci, biraz yalnızlığa itilmiş bir insandır. Felsefeciyi dışarıdan bakarak değerlendiren insanlar onu, anlaşılmaz bir yalnız adam olarak ele almışlar. Bu yalnız adam da zaman zaman gelip, onları kavramları ve sorularıyla rahatsız etmiştir. Oysa, felsefeci geniş anlamda betimler, onu daha da ileriye doğru açmaya çalışır. Meselenin, kavganın temelindeki ana konuyu, temayı, problematiği görmeye çalışır. Burada bizim toplum olarak fazla aktif olmadığımızı görüyoruz. Böyle bir yapımız var. O zaman felsefeci, ister istemez dışlanıyor. Felsefeci de kendisini dışlanmış görüyor. Felsefecinin kabahati yok mudur? Entelektüel kamuoyunda oluşan geniş bir kitle ile ilgili olarak bence vardır.
Felsefeci de, biraz onların dilini konuş- mak istemeyen kendini özellikle yabancı bir dilin içine kapayan adeta o dilin içine sığınan bir entelektüel anlayışa sahiptir; konuları, ele aldığı felsefe ekolleri, felsefe sistematikleri daha çok bu kültürün içinden seçilmemiş, bu kültürün temel problematikleriyle bütünleşmemiş olan bir felsefecidir. Diyelim ki Türk Edebiyatı’ndan, Türk Musikisi’nden, Türk Uygarlığı’ndan ya da günlük hayatın içindeki yaşananlardan alınmış bir hareketle felsefe yapılıyor olunsaydı ya da felsefeci kendisini bunların içinden oluşuyormuş gibi konumlandırmış olsa idi buna daha yakın durulabileceği düşünülebilirdi.
Yani, yabancılaştırılan bir ortamda, kendisinin yabancılaştığını hissettiği bir ortamda felsefeci de kendisine kaçıyor, kendisine gizleniyor. Ne yapılabilir? Siyasi hayattan, eğitim hayatına, edebi- yattan diğer bütün sanatlara kadar birtakım temaların, birtakım konuların, problemlerin içinde olmak gerekir öncelikle. Bu problemleri, görme alışkan- lığımız var mı? Felsefeciler açısından ve felsefi anlamda bunları temellendirmek adına, ortaya koymak adına bir görme alışkanlığımız var mı? Maalesef yok. Ama felsefe adına bunlardan bahsediliyor olsa, içinde bulunduğumuz insanlık durumunun, insanı insan kılan yapısı dolayısıyla bu problemleri farkedecek olsak, sanıyorum insanların felsefeye olan ilgisi de yavaş yavaş artacaktır.

Nihal Gürsoy – Bir örnekle konuyu daha da açıklığa kavuşturalım dilerseniz?

Kenan Gürsoy – Tabii. Can yakıcı birtakım olaylardan bahsedelim. Örneğin İsrail-Filistin Savaşı’nda çocukların, zulme uğrayan o insanların dramlarını televizyonlar, gazeteler aracılığıyla takip ediyoruz. Dünya’nın bambaşka bir yerinde bize benzemeyen hayatları olan diğer insanların varlığını duyuyoruz. Bambaşka bir kültürün çerçevesinde yaşayan insanlar. Bunların hiçbirisi felsefe adına bir problem alanı oluşturmuyor. Sonuncusundan başlayalım. Meselâ, farklı bir kültür gördüğümüzde, farklı yaşama biçimlerinin bize nazaran çok ayrı bir şekilde varolduğunu gördüğümüzde, “hiçbirimiz aslında değer dediğimiz şey nedir?” diye sormuyoruz. Eğer bunu soracak olursak kendi değerlerimiz itibariyle de temel değer soru- larını sormuş oluyoruz. İlk verdiğim örneğe dönecek olursam dünyanın içinde bulunduğu, yaşanan bu savaş dolayısıyla oluşan meselelerde acaba insanlık duru- mu bakımından bizim bir sorumluluğu- muz yok mu? Bu sorumluluk sadece hukuki, sadece siyasi, sadece askeri, sadece lojistik ihtiyaçları giderme sorum- luluğu mu? Yoksa, insan olmanın çok daha derin sebepleriyle karşılaşılıp, insan olmanın ne demek olduğunun sorulabileceği, insan olmak için gerekli etik problemlerin üstesinden gelmek için nasıl bir sorumluluk oluşturulabileceği felsefe yoluyla sorulabilmeli değil midir? O zaman yavaş yavaş duyduklarımız, yaşadıklarımız, gördüklerimizle insan olmak bakımdan bize dokunan soruları da ortaya koymuş olacağız. Orta Çağ’da tartışılan “töz, ilinek, öz” gibi problemleri değil de yaşamakta olduğumuz olayların bize sunduğu ya da bize çıkarttığı problemleri dinleyeceğiz. Buna ihtiyaç var mı? Var. Felsefenin gündeme getirebilecek olduğu bu sorunları farketmediğimiz sürece, insan olmaklığımız bakımından kendimize yabancılaşmış olacağız. Yani sorun, sadece felsefenin hayata ya da hayatın felsefeye yabancılaşmış olması değildir. Bu sorunları felsefeci dile getirmediği takdirde insan olmaklığımıza yabancılaşmış olacağız. Bir de modern dünyanın bize çıkarttığı birtakım temel problemlerin üstesinden gelebilmek, geleceğe ilişkin yeni projelerle oluşabilecek bir insanlığı yapılandırmak için felsefeye ihtiyaç vardır.

Nihal Gürsoy – Felsefe, insanın kendisini geliştirebilmesi açısından uygulanabilir bir alan mıdır? Sanıyorum yukarıda yapmış olduğunuz açıklamalar oldukça aydınlatıcı oldu fakat, uygulamadan söz etmek için biraz daha devam etmek gerekiyor galiba?

Kenan Gürsoy – Tam cevabı olabilmesi için biraz daha devam etmemiz gerekiyor. Uygulama dediğimiz zaman, bir hareketi, bir aksiyonu anlıyoruz. Öncesinde düşünmeye dayalı bir faaliyet yoksa eğer, neyi niçin yaptığımızı, farketmiyoruz doğru bir aksiyon gerçek- leştirmiyoruz demektir. Neyi, niçin yapıyorum? Nereden gelip nereye gidiyo- rum? Bütünlüksel anlamda baktığımda bütün bu olanların mahiyeti nedir? Ben neyi gerçekleştirmek için buradayım ve aksiyona geçiyorum diye sormak mecburiyetindeyiz.

Nihal Gürsoy – Yani, doğru bir hareketi gerçekleştirebilmek için öncelikle düşünsel bir çaba gerekiyor diyorsunuz?

Kenan Gürsoy – Evet, buna geçmeden önce daha da temel bir soruyu gündeme getirmek gerekiyor. Felsefenin öncelikle kendisi bir aksiyondur. Felsefe yapmak, kendince bir aksiyon problematiğini dile getirmek ve onu çözümlemek demektir. Çünkü bilinç, bilincinde olmak, farkında olmak, olaylara onları anlayabilmek için yeterli ve gerekli mesafeyi koymak eğer felsefeyse, bunu bir iradeyle yapmamız gerekir. Kendi içinde böyle bir iradesi olmak bizatihi bir aksiyondur. Bir felsefe problemi bizzat bir aksiyon problemi olarak kendisini ortaya koyuyor zaten.
Bir bilinçlenme, bir farkındalık, bi- linçlenmede bir tekâmül. Bu tekâmülü, dünya üzerinde farkındalığınızın artması, onun ifade edilmesi, üzerinden yapabilirsiniz ama bu farkındalığınızı siz kendi üzerinizde de oluşturabilirsiniz. Zira, aksiyon devam ediyor ve bayağı uygulamalı bir alanın içindeki aksiyonla da bütünleşiyor. Farkındalık bilimi gerektirecektir, farkındalık olayların içinde olmaklığı gerektirecektir, farkındalık olayların içinden o olayların temel öğesi olan insanı anlamaktan geçecektir. Şimdi insanı ayrıca, bir de kendimize dönerek kendi açımızdan anlamanın zamanı gelmiştir, o zaman uygulama kendiliğinden ortaya çıkar. Bunun sonucu olabilir mi? Buradan bir şey çıkabilir mi? Elbette çıkar. Az önce söylediğim gibi, doğru bir aksiyon düşünülüp taşınılıp karar verilerek gerçekleştirilen bir aksiyondur. Bunun kökleri ve ulaşmak istediği yer, özellikle geniş çaplı bir bütünlüğün içinde ifade edilmelidir, düşünülmelidir. Eğer doğru yaparsanız, adım attığınız her yerde çok net bir çözüm yolu bulamasanız bile, çözüm yolu bulmaya yönelik olmanız, bunu geniş çaplı ve bütünlüklü düşünüyor olmanız sizin aksiyonunuzu yavaş yavaş tekâmül ettirecektir.
Diyelim ki, felsefe de etik dediğimiz insanın ahlâki sorumluluğuyla bütünleşen alanın içinde bulunuyorsunuz ama bir de gündelik hayat yaşıyorsunuz. Öyle olaylarla karşılaşıyorsunuz ki onu kesin olarak halledecek bir reçeteniz yok elinizde fakat basmakalıp çözüm yollarıyla bunun üzerine gitmektense, “acaba burada nasıl hareket etmeliyim?” sorusunu soruyorsunuz. Bu sizde yeni bir farkındalık oluşturacaktır. Ve o farkındalıkdan hareketle de siz, bir şekilde kendisini ifade eden, beliren bir çözüm yolunu uzaktan da olsa göreceksiniz. Bu açık olmayı gerektirir, kapanmamayı gerek- tirir, köşeli düşünmemeyi, kategorilerin esiri olmamayı gerektirir. Kendi değerler sistematiğimizin ulaşamadığı, ihata edemediği (algılayamadığı) o yerde, “acaba benim bilmediğim başka bir değer derinliği mi var bu noktalarda?” diye düşünmeye başlayacaksınız. Felsefi tavır burada o kadar önemlidir ki, ünlü filozof’un da söylediği gibi önemli olan “felsefi bir bilgiden ziyade felsefi bir tavırla hareket etmektir.”
Bu nasıl bir tavırdır? Bu mesafedeki bir tavırdır. Olayların içinde kaybolmaksızın, altını çizerek söylüyorum onların üzerinde bütünlüklü bir farkındalık elde etmeye çalışan bir tavırdır. Bu nasıl bir tavırdır? Bu olaylar karşısında mesafede, her şeye saygı duymak durumunda olan ve değerlendirmeye alan bir farkındalığa yol veren bir tavırdır.
Böyle yapıldığında göreceksiniz ki içinde yaşadığımız hadiselerin yavaş yavaş felsefeyle, felsefi bilinçle, felsefi tavırla, felsefi dille farkındalıkla bütün- leştiriyorsunuz. Onun farkına varıyor- sunuz. Onun içinden bir yerlere doğru gitmek istiyorsunuz. Bu, kendi adınıza alacağınız bir yol da olabilir. Bu, olayları kendi gayretinizle değiştirebilecek olduğunuz bir çabalama yolu da olabilir.

Nihal Gürsoy – Yani, kendi adımıza ya da toplum adına olaylara felsefi bir tavır- la yaklaşmak suretiyle yeni çözümler getirebilirsiniz diyorsunuz. Toplumsal değişimlerin de bu yolla gerçekleşebilecek olduğunu söylüyorsunuz.

Kenan Gürsoy – Evet. Burada sadece kendi açımızdan değil fakat geniş anlam- da bütün açısından düşünüyorsunuz. Toplum bakımından hattâ çevre problemleri bakımından da düşünüyorsunuz. Bugün çok sıkıntısını çektiğimiz tabiatın kendisine yabancılaştırılması demek olan, beşeri birtakım zaaflarımızdan kaynaklanan tahakkümü gündeme getiriyorsunuz. Tabiatın içindeki o ahenge benim katılımım nasıl olabilecektir diye kendi açınızdan sorular soruyorsunuz ve onu rahatsız etmeyecek, onu bozmayacak, onu kendinize ram etmeyecek şekilde kendiniz ve onun adına güzel şeyler çıkartabilmeye başlıyorsunuz.
O halde felsefenin ve felsefi tavrın bize kazandırdığı farkındalık burada açıklık kazanıyor.

Nihal Gürsoy – Yani, giderek bütünle ahenkli bir uyum içinde olmayı, sadece zararsızlığı değil; bütüne faydalı olmayı da kavrayacak sorumlulukta davranmaya başlıyorsunuz.

Kenan Gürsoy – Tabii. Yalnız bütünle uyum içinde olmaktan da körü körüne, sual sormadan, içindeki derinliği farketmeden; bir sürü olmak şeklindeki konformizm’i anlamayalım. Burada konformizm kelimesini uygunculuk anlamında kullandım. Hayır, mesafe alan, sorgulayan, orada derinleşen, kendi sorumluluğunu farkeden, bütün bunların üzerinden bir ahengi bulmaya çalışan bir farkındalık.

Nihal Gürsoy – Teknik, bilim, din, sanat gibi diğer alanlarla felsefenin ilgisi nedir? Bu alanlara etkileri nelerdir?
Bugün yaşadığımız yüzyılda bilim ve teknik o kadar ilerleme kaydetti ki insanların dünyayı algılama biçiminde fark- lılıklar yarattı. Bu durumda felsefe görevini tam olarak yapabiliyor mu acaba? Yoksa kendi köşesinden izlemekle mi yetiniyor?

Kenan Gürsoy – Eğer kendi köşesinde kalıyorsa felsefe kendisinden beklenen görevi ifa edemiyor demektir. Burada felsefi bir tavra ve farkındalığa ihtiyacımız var. Bu felsefi tavır ve felsefi farkındalık bize sorumluluğumuzun ne olduğunu yeniden kazandıracak. Böyle düşünüyorum. Bütün dönemlerin, insanlığın yaşamış olduğu bütün evrelerin, bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm devrelerin kendisine has, bilincinde olunması gerekli olan problemleri var. İçinde yaşadığımız problemlerinin başında da nesneler dünyasında insanın kendi kendine yabancılaşması şeklinde bir problem yaşıyoruz. İnsan, insan olmaktan çoğu zaman uzaklaştırılarak, meşgul olduğu, içinde bulunduğu madde evrenine ya da nesneler dünyasına indirgenmiştir. Kendini bilmek açısından kendisini bir nesneymiş gibi düşünüyor ve kendi üzerinde bir makineymiş gibi tedbirler alıyor. Adeta aşkı bile fizyolojik salgılayışlardan ibaret görüyor ve bunu bir rahatsızlık, hastalık, patolojik bir durum sayarak bir makineyi düzeltircesine tedbirler almaya çalışıyor.
İnsanın tabiat karşısında, nesneler karşısında biraz evvel söylediğim mesafeden dolayı çok farklı bir mahiyeti var.
Bunu durağanlık manâsında söylemiyorum. Bu mahiyetin (özün) ele alarak, işleyerek inşa edilmesi gerekir diyorum. İnsan, kendisi olmak demek olan bu cevherin, onu nesneler dünyasına indirgemeksizin farkına varmalıdır. O zaman kendi olduğunuz o varlığın, bir tarafıyla hür olduğunu, bir tarafıyla da özellikle bunlardan dolayı bir inşa varlığı olduğunu görüyoruz. Yani kendisini atıl kılan bir varlık değil, fakat kendisini aşarak inşa eden bir varlık. Modernite dediğimiz alanda insan, bir biçimde ken- disine kazandırılmak istendi, kendi aklının o yüksek-özerk tarafıyla bütün- leştirilerek kendisine dışarıdan empoze edilen her türlü değer alanına bir mesafe bir parantez kondu. Ama gelin görün ki, bu sefer de insan başka şeylerin esaretinin altına girdi.
Ne olabilir bunlar? Maddi anlamdaki hayat, ekonomi, vahşi kapitalizmden doğan küreselleşme, hattâ özgürleştirici bir alan olarak kullanılması gerekirken bilgi de ne kadar yüksek bir malumat seviyesine ulaşsa da insanın zararına işlemeye başladı. Bu, insanın insan olmak bakımından kendi üzerindeki farkındalığına ve insanın insan olmak bakımından kendi üzerindeki bir tekâmül inşasına ihtiyaç gösterir. Eğer bizi biraz evvel saydığımız bilgiler ve teknikler bundan ayırıyorsa, yine felsefenin ortaya koy- duğu şekilde biz bunu farkına varalım ve felsefe yoluyla da şimdi eksik gördüğümüzü, insan olmak bakımından farkederek tedbirlerini oluşturalım. Bu, sanıyorum sizin sorduğunuz sorunun tam cevabı ama bir cevap daha var, uzatmayalım diye kısaca vermeye çalışacağım. Birbirinden çok farklı bilimler var. Nesiller değiştikçe biz bu bilimleri parçalayarak, ihtisaslaşarak ele alıyoruz. Bu bilimlerin kendilerine has metotlarını buluyoruz, metodolojik araştırmalar yapıyoruz. Bu bilimlerin, konu alanlarını belirliyoruz. Bu konu alanların üzerine eğilerek daha müspet bir bilgi geliştir- meye çalışıyoruz, gittikçe parçalanan bir bilme sürecimiz var. Birileri, birşeylerle uğraşırken diğerleri başka şeylerle uğraşıyor. Bu tabiidir, ihtisaslaşma ilim ve bilgi alanında önemlidir. Fakat, bir başka nosyona daha ihtiyacımız var. Bütün bu ilimlerden elde edilenleri, insan adına deneyebilmek gayretine girmeliyiz. Yani insan, burada nerede olduğunu burada ona ne kazandırılmakta olduğunu ya da buradan onun neler almakta olduğunu gündeme getirebilmelidir. İnsanın kendi üzerindeki farkındalığı bakımından bütün bu bilgilerin bütünleştirilebilmesi gerekiyor. Elbette bunu tek bir insan olarak yapamayabilirsiniz ama birileri bu bilgilerden, ilim alanlarından elde edilen neticeleri insan adına yeniden düşünmek durumunda olabilmelidir. Tıpkı insana ilişkin sorunların gündeme getirmiş olduğu bir noktadan hareket edilebileceği gibi, şimdi bilgilerden elde ettiğiniz kazanımların da, insan açısından bir farkındalık, bir prensip haline getirilmesi gerekiyor. O zaman insan; yavaş yavaş gündemden düşmeyen, her türlü düşün- menin kendisi adına ve kendisi için yapıldığı bir varlık olarak ortaya çıkabi- lecektir. Bunu hangi bilgi alanı yapacaktır? Bunu yapacak olan felsefedir. Ve felsefe böyle yaparken, ayrı ayrı bütün bilgi alanlarını değerlendirmektedir. Her bilgi alanının içinden çıkan bir felsefeci, yani o bilginin şahidi olan birileri, o bilgi alanını insan açısından yeniden düşün- mek, değerlendirmek sorumluluğunu üzerine almalıdır.
Bu bilim alanının felsefesinin o insan tarafından yapılmasıdır. Ve yavaş yavaş daha bütüncül bir farkındalığın, bilim- lerin içinden ama onların hafifçe ötesine geçerek bize hissettirilmesi söz konusu olacaktır.

Nihal Gürsoy – Teşekkür ediyorum efendim, yorduk sizi, gelecek ay kaldığımız yerden devam edeceğiz bu güzel sohbete sizinle birlikte.

Kenan Gürsoy – Ben de teşekkür edi- yorum. Görüşmek üzere diyor, okuyucu- larınıza sevgilerimi iletiyorum.